Dünyanın en tuhaf ve bir o kadar da zorlu ultra maratonu
Hayatımız boyunca yaşadığımız pek
çok şeyi unutuyoruz. Ancak, bizi derinden etkileyen, ezberlerimizi bozan, çok
mutlu eden ya da travma yaşatan anıları her zaman hatırlıyoruz. Yıllardır koşan
biri olarak ilk yarışlarımın çoğunu hatırlıyorum. 16 Nisan 2022’de ilk kez
koştuğum Back Yard Ultra’yı ise hayatım boyunca unutabileceğimi sanmıyorum.
FARKLI BİR YARIŞ FORMATI
Öncelikle yarışın formatından
bahsedeyim. Back Yard Ultra, ilk olarak 2011 yılında ABD’nin Tennessee
Eyaletinde Big Dogs Back Yard Ultra adıyla gerçekleşmiş. Yarışın formatı gereği
1 saatte 6 bin 706 metrelik parkuru bitirmeniz gerekiyor. Yarış içerisindeki
temponuz tamamen size bağlı. İster turu 40 dakikada bitirirsiniz ister 59
dakikada. Organizasyonun sizden istediği her saat başında start çizgisindeki
yerinizi almanız. Turu 1 saatte bitiremezseniz diskalifiye oluyorsunuz. Peki
neden 6 bin 706 metre (4,2 mil) 24 saat koşarsanız 24 çarpı 4,2 mil, yani 100
mili (160km) tamamlamış oluyorsunuz. Hedef işte bu 100 millik sonuç.
24 saat koşmayı başarırsanız, “At
Large List” listesine girmeyi hak ediyorsunuz. Ama sadece sizin koşabilmeniz
önemli değil. Yarış içerisinde size “asist” edecek (yardımcı olacak) ikinci bir
koşucunun olması gerekiyor. Tek başınıza, “Benim gücüm var, koşmaya devam
edeceğim” diyemiyorsunuz. Yarışta, size asist eden kişi yarışı terk ettiğinde son
bir tur daha atmanız gerekiyor. Bu yüzden koşacağınız mesafe de aslında size
asist edene bağlı oluyor. Özet olarak, yarışın süresi ve mesafesi tamamen
koşuculara bağlı bir yarış Back Yard Ultra.
Yarışın formatı gereği, katılan
herkes kazanabilir. Hızlı olmanız size ekstra dinlenmekten başka bir avantaj
sağlamıyor. Her saat başı yeni bir yarış başlıyor. Yeni turda sıkıntı
yaşarsanız diğer turları ne kadar iyi koştuğunuzun bir önemi olmuyor ve yarış
dışı kalıyorsunuz.
NASIL HAZIRLANDIM?
Gelelim bizim hikayemize. Farm
Olea Back Yard, Türkiye’de ilk kez 2021’de, Macera Akademisi’nin organizasyonu
ile gerçekleşti. Aslında geçen yıl yapılan yarışı da koşmak istiyordum. Ama
öncesinde İda Ultra’ya kayıt olduğum için geçen yıl koşmam mümkün olmadı.
Bu yıl kayıtlar açılır açılmaz adımı
yazdırdım. Yarış için özel bir hazırlık süreci geçirmedim. Ama 3 Ocak’tan
itibaren antrenman yapmadığım tek bir gün oldu. O da iş seyahatinden dolayıydı.
Antrenman sürekliliğine inanan biriyim. Bunu sağlarsak hangi yarış olursa olsun,
gerekli mental hazırlıkla birlikte o yarışı bitirebiliriz.
Yarış için, Perşembe günü Ersavaş
ve Serkan ile yola çıktık. Perşembe günü İzmir’de olmamız, dinlenmiş halde yarışa
girmemi sağlayacaktı. Cuma günü Yusuf Özceylan ile yarışın yapılacağı Urla’ya
gittik. Motor kullandık. Uzun zamandan beri motora binmediğim için keyifli bir
yolculuk oldu. Yarış öncesi parkur tanıma ve North Face ayakkabılarının deneme
koşusu vardı. Yarış öncesi parkuru görmek istediğim için bu etkinliğe katıldım.
YARIŞ ÖNCESİ…
Parkur 3 bin 353 metrelik bir alanda
git gel şekildeydi. Toplam 6 bin 706 metre olan parkurda 140 metrelik rakım
kazanımı vardı. Parkur testinden sonra sucuk partisine katılıp yarış
kitlerimizi teslim aldık. Çadırda kalmak istemediğim için Gaziemir’e döndüm.
Yarışın ne kadar süreceği belli olmadığı için son geceyi sıcak yatakta geçirmek
istedim. Gaziemir Urla ulaşımımı Savaş ve Meral sayesinde yaptım. Sağ olsunlar
beni hem Gaziemir’e bıraktılar hem de yarış sabahı Gaziemir’den aldılar.
Yarış öncesi pek çok kişi
hedefimi sordu. Bu soruya cevabım belliydi: İkinciye bağlı! Yarışın konsepti
gereği ne kadar koşacağınız ikinciye bağlıydı. Yarışın ne kadar süreceği, kaç
kilometre koşacağımız belli değildi. Türkiye’deki yarış geçen yıl 16 saat
sürmüştü. Dünya rekoru ise 85 saatti.
Yarışa saat 10’da 11 kişi ile
başladık. İlk turları Elmir Askarov ile beraber koştuk. Yarışın başlamasıyla
şunu anladım. Böyle bir yarışa gidiyorsanız kesinlikle yanınızda size yardım
edecek birinin olması gerekiyor. Yarışın başlarında Serkan ve Tuba bana
yardımcı oldu. Yarışın ilerleyen saatlerinde Tuba İzmir’e dönmek zorunda olduğu
için Serkan yardım etti. Serkan olmasaydı bu kadar ayakta kalabilir miydim
biliyorum. Yarış sürerken İzmir’den desteklemeye gelenler oldu. Sporcum Mehmet
Döner onlardan biriydi. Özellikle Pazar günü çok yardım etti.
Yarışa geri dönecek olursak, saatler
ilerledikçe koşucu sayısı azaldı. Sekizinci saatten sonra 5 kişi kaldık. İlk 10
saat çok rahat koştum. Ortalama 42 dakikalık tur zamanlarım vardı. Böylece
dinlenmek için fazlasıyla vaktim oluyordu. Daha önce hiçbir yarışı bu kadar dinlenerek
koşmamıştım. Gelip bir şey yiyip sosyal medyada vakit bile geçirebiliyordum.
10’uncu saatin sonunda hava
kararmaya başladı, biraz yavaşladım. 13’üncü turdan sonra ekip ile koşmaya
karar verdim. Tek başıma koşmaktan sıkılmıştım. 15’inci turdan sonra dökülmeler
başladı. 15’inci turda Elmir, 16’ıncı turda Volkan Murat Uzun ve 17’inci turda
ise yarışın tek kadın koşucusu Rikki Roath yarışı terk etti. Savaş’la ben kalmıştık.
Birimiz kazanan birimiz asistan olacaktı.
Rikki yarışı terk ettikten sonra Meral “Hadi buraya kadar geldiniz 7 saat daha koşun. At Large List’e girin” dedi. 20’nci saate kadar genel olarak Savaş ile beraber koştuk. Yarış içerisinde benim gibi tecrübeli birinin yapmayacağı bir hata yaptım. Gündüz hava çok sıcaktı. Kamp alanında buzdolabı vardı. Her tur soğuk bir şeyler içtim. Bu da bana pahalıya mal oldu. 10 ile 20’inci saatler arasında midemi üşüttüm. Koşarken mideme kramplar giriyordu. Ama koşu tempom yavaş olduğu için bu beni pek etkilemiyordu. Midem ağrıdığı için beslenemiyordum da. Canım hiç bir şey istemiyordu. Kendimi zorlayarak haşlanmış patates, ekmek yiyip, çay içiyordum. Uykusuzluğa dayanabilirdim ama beslenememeye daha ne kadar dayanabilirdim onu bilmiyordum.
20’nci saatte zorla makarna yedim,
ayran içtim. Tura başlamadan önce ise ne yediysem kustum. Bu beni rahatlattı. Güneşin
doğuşuyla yeni güne başladık. İlk günün aksine ikinci gün kapalıydı ve yağış
bekleniyordu. Tempomu arttırdım. 47-48 dakikalık turlar atmaya başladım. Artık
beslenme problemimi çözmüştüm. Kontrol noktasında beslenmeye başladım. Tura
başlarken yanıma bir haribo ve bir tane de olips şeker alıyordum. Giderken
birini yiyordum. Dönüşte diğerini.
Aynı parkurda sürekli gidip
gelince akıl oyunları oynanmaya başlamıştı. Yarışın başında parkuru kafamda üçe
bölmüştüm. Dik çıkışın olduğu ilk 750 metrelik bölüm, sonrasında 1650 metrelik
genellikle düz, ara ara yokuşların olduğu kısım ve son 950 metrelik, genelde
inişin olduğu, dönüş noktasına kadar gittiğimiz kısım. Parkurun gidiş kısmı
dönüş kısmına göre daha yavaştı. Aralarda ortalama 4 dakika oynuyordu. İlk 750
metrede yürüdüğüm bölümler vardı. 750 metrelik bölüm bittikten sonra tur bitene
kadar hep koşuyordum. Özellikle son 750 metrelik kısmı mental olarak koşmak çok
kolaydı. Çünkü artık tur bitiyordu.
24’üncü tura başlarken Caner “Bu
turu beraber koşun ikinizde At Large List’e girin o kadar emek verdiniz” dedi.
Turun ilk 2.5 kilometresini Savaş ile beraber koştuk. Parkurun bazı bölümlerinde
Savaş yürüyordu. Savaş yürüdüğünden bana “İstersen sen devam et. Benim durumum
iyi turu rahat tamamlarım” deyince, kendi tempoma döndüm ve turu tamamladım.
Kısa süre sonra Savaş da turu tamamladı. Böylece “At Large List” e giren ilk
Türk sporcular olduk. Listenin neresinde yer alacağımızı bundan sonraki
performansımız belirleyecekti.
İkimiz de ilk hedefimize varmıştık.
Yarışın bundan sonraki kısmı nasıl geçecek bilmiyordum. Bildiğim tek şey, ne
olursa olsun bir tur daha atacağımdı. 26’ncı turdan sonra artık aynı parkurda
koşmaktan sıkılmıştım. Tempomda bir değişiklik yoktu. Koşmaya başladıktan sonra
tempom hep aynıydı. Parkurda neredeyse hangi taşın, hangi ağacın kaçıncı
kilometrede olduğu biliyordum. Tur bitiyor 12 dakikalık dinlenme sürem
kalıyordu. Bu süreyi iyi değerlendirmem gerekiyordu. Beslenmem düzene girmişti.
Savaş’ın tur geçişlerini takip etmeye başladım. Turları ortalama 55 dakika
civarında gelmeye başlamıştı.
30’uncu turun sonuna doğru yağmur
şiddetini artırdı. Yağmurun yağmaya başlamasıyla Savaş’ın tur zamanı 58
dakikaya düştü. Dinlenme zamanı azaldı diye düşünürken, Savaş ve Meral’den “Biz
yarıştan çekiliyoruz açıklaması” geldi. Bu açıklamadan sonra, yarışın formatı
gereği atmam gereken bir tur kalmıştı.
Tura başlarken gücüm yerindeydi. Hızlı bir çıkış yaptım. Parkur yağmur ile beraber zorlu hale gelmişti. Çamur ayakkabının tabanına yapışıyor ve koşmak zorlaşıyordu. Bir de üstüne, parkura giren ATV’ler parkuru iyice bozmuştu. Dönüş noktasına yaklaştığımda Caner ile karşılaştık. Caner Instagram’dan canlı yayın yapıyordu. Onunla canlı yayına katıldıktan sonra önümde 3 bin 353 metre kalmıştı. Son turu 46 dakikada bitirdim ve 31 saatlik bu macera son buldu. Koştuğum mesafe 207,84 km., toplam koşu zamanım 24 saat 1 dakika ve toplam rakım kazanımım 4 bin 468 metreydi.
Yarıştan sonra herkes “Abi ne yaptınız öyle” diyordu. Açıkçası ben de ne yaptığımızı bilmiyordum. Bu hikayenin iki kahramanı Savaş ve bendim. Yarışın formatı gereği Savaş Asistan ben kazanan olmuştum. Aslında ikimiz de birbirimize asistanlık yapmıştık. Savaş olmasaydı ben, ben olmasaydım Savaş bu kadar koşamazdı. Yarış içinde, “Yarış bir an önce bitsin” diye düşünürken, şimdi dönüp arkama baktığımda “Savaş devam etseydi acaba ben ne kadar daha devam edebilirdim” diye kendime soruyorum. Sınırlarım neydi tam olarak bilmiyorum. Yaptığımız şey kesinlikle çılgınlıktı ve kendi açıma bu çılgınlık beni çok mutlu etmişti.Bu yarışı ülkemize kazandırdığı
için başta Caner Odabaşı olmak üzere tüm Macera Akademisi ekibine çok teşekkür
ediyorum. Yarış boyunca bize ev sahipliği yapan Farm Olea’ya ve yarış boyunca
desteklerini hiç esirgemeyen, başta Serkan olmak üzere tüm destekçilere, sponsorum Underarmour Türkiye'ye, yarış boyunca yiyeceklerimin listesini hazırlayan ve hazırlık sürecinde desteklerini hiç esirgemeyen eşim Ayşegül'e, yarışta yiyeceğim yemekleri hazırlayan kayınvalideme, fotoğraflar için Cenk Ordu ve Nihan Oktay'a son olarak yarış raporumu edit eden Şirin Mine'ye çok
teşekkür ediyorum.